EĞİTİMYAZARLAR

İnsan İnsanın Yurdudur

İnsanoğlu, her şeyden önce, kendi varlığını ayakta tutmaya, koruyup sürdürmeye çalışır; bu onun doğuştan getirdiği özelliklerinden biridir. Bu özellik; insanı doğa nimetlerinden mümkün olduğunca fazla yararlanmaya yöneltir. Bu nedenle de insan ister istemez bazen “birinin düşmanı”, bir diğerinin “rakibi” olur. Kimi zaman da “birini diğerinin alternatifi” gibi görür. Bu karmaşık anlayışla birlikte “herkesin herkese karşı savaşı” (bellum omnium contra omnes) başlar. Bu savaş Batılı kültür anlayışında “insan, insanın kurdudur” (homo homini lupus) şeklinde tanımlanmıştır (Gökberk 1993: 285).

Doğu insanı ise, bu durumu daha yumuşak, esnek bir ifade ile dışa vurmuş; “insan, insanın yurdudur” şeklinde söylemiş. Her hâlükârda “İnsanoğlu doğayı iradesiyle dönüştürerek ondan bir dünya kurar” (Korkmaz, 2005, s. 139). İnsanın bu dünya içinde birey olmak, kendine bir yer edinmek için çalışması, ise onun insan olmasının gereğidir. Dünya hayatı bu durumda cennete döner. Dünyanın cennet olması da iyilik ve güzelliklerin insan hayatına egemen olması, insanların huzur içinde karşılıklı hoşgörü ve anlayış birliğinde yaşaması, hayatı paylaşması anlamına gelir. Zaten bütün İbrani dinlerde cennet; dünyadaki bağ, bahçe gibi “huzur veren alan” anlamına gelir (Şahin, 1993: 374).

ähnliche Artikel

Dünyamızın cennete dönebilmesi için kişinin dil gelişimini tamamlaması, sosyal çevresini oluşturması, etkili iletişim becerisini kazanarak eğitsel ve sosyal olarak kültürlenme sürecini tamamlamasıyla mümkün olabilir. Zaten çevresini ve çevresindeki insanları tanımayan kendini tanıyamaz. Kişinin kendi benliğinin özüne varabilmesi, kendini tanıyabilmesi için başka insanlara yönelmesi ve kendi iç dünyasından dışarı çıkması gerekir. İnsan; insan olduğunu hissedebilmek için her zaman bir başka insana ihtiyaç duyar. Thomas Hobbes’ın “insan insanın kurdudur” şeklinde özetlediği savaş halinin önüne geçilebilmesi için insanlar arasındaki olumlu iletişimde ısrarcı olunması, insanların birbirinin derdini dinleyerek hemdert olması, halini anlamaya çalışarak birbirleriyle hemhal olması gerekir. Aksi halde kimsenin kimsenin derdini dinlemek istemediği bu materyalist çağda insanlar arasında dur durak bilmeyen yok olma korkusu ve tehlikesi bütün insanlığı esir alır; “insan yaşamı yalnız, yoksul, kötü, vahşi ve kısadır” (Bkz.: Özmakas 2020) algısı pekişir. Bu duygu durum bozukluğu da insanlığı sürekli daha etkili, daha güçlü “savunma” araçları geliştirmeye, öteki olarak görüleni ortadan kaldırma arayışına sevk eder. Halbuki bu uğurda yapılan harcamalar eğitime, geri kalmışlığın ortadan kaldırılmasına harcansa, insanlığın geride bıraktığı tarih çok daha farklı olur, gelecekten beklentiler de hayal edilemeyecek yeni ufuklar açardı.

İmam-ı Gazzâlî (1058-1111) “Her şey zıddıyla kaimdir” derken her şeyin var olmasını, farklı olanı, öteki olanın varlığına bağlar. Ona göre; alemdeki her olumsuz örnek, güzel örneklerin daha kolay anlaşılmasına vesile olur. Siyah, siyahlığını beyaz olmadan bilemez; gece, gün bitmeden geceliğini giyemez. İngiliz şair, ressam ve düşünür William Blake (1757 – 1827) veya  Alman filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831) de “her şeyin karşıtıyla anlam kazandığını” diyalektik olarak anlatmışlardır. Herkesin birbirine benzediği yerde değişme ve gelişme söz konusu olmaz. Farklı bakış açıları insandan insana ve insandan topluma açılan birer penceredir. (Bkz.: Uyar, 2012: 15). Bilimsel yayın ve kuram üreten üniversitelerde de öğrenci, asistan, öğretim elemanı bağlamında oluşan döngünün kırılması, herkesin birbirine benzemesinin önüne geçmek için bir dizi tedbirler alınmış, hayata geçirilmiştir. Yaratılan hiçbir şey, nedensiz değildir.

Kültürel ve tarihsel psikoloji çalışan Sovyet psikolog, Lev Vygotsky; insanların bilişsel gelişimlerinin yaklaşık iki yaşından itibaren başladığını, dilin ve düşüncenin birbirinden bağımsız olarak gelişmeye başladığını, konuşmaya başlamadan önce de bir dil gelişimi evresinin olduğunu söylemektedir. Ona göre dil; sosyo kültürel çevre ile bireyin zihinsel süreçleri arasında köprü işlevi görür (1988). Dolayısı ile sözler insanın kendini ifade edebilmesi için kullandığı en güçlü sosyal araçlardan biridir. Çocuğun konuşması geliştikçe eylemlerinin kontrolü ve planlaması da artmaktadır. Bu süreçte paraya tahvil edilemeyen değerlerin yaşatılmasından ziyade, günümüzde artık nostaljik bir değer olarak görülmeye başlanan, mahalle kültürümüzü yaşatmak, yardımlaşma duygusunu kaybetmemek gerekir. Toplumsal değerlerimizi yaşattıkça, Batılı anlayışın aksine, insan insanın kurdu değil, insan insanın yurdu olmaya devam edecek; toplumsal ve sosyal hayatın, birlik ve beraberliğin etkisi M. Akif Ersoy’un dediği gibi “Toplu attıkça yürekler, onu top sindiremez” hale gelecektir.

Toplumsal ve sosyal hayatın içinde Ben ve Öteki arasında kurulan ilişki birbirini tamamlayan bir ilişkidir. Ötekinin tehdit olarak algılandığı yerde bir arada yaşamak, aile olmak, huzur bulmak mümkün değildir. Öteki bir tehdit unsuru değil, aksine Ben’in sınırlarını aşmasına ve kişinin kendini daha iyi bir şekilde ortaya koymasına imkân veren bir varlıktır  (Bkz.: Uyar, 2012:17). Bunu somutlaştıracak olursak; ana-baba olmak fedakârlık gerektirir. “İnsanın çocuk yetiştirmek için kariyerini feda etmesi gerekiyor” düşüncesiyle doğurganlık düşüyor. İnsanlar maddi menfaatleri olmayan hiçbir şeyi bir başkasına vermez haline geliyor. Toplumsal ve sosyal dayanışma ortadan kalkıyor, en ufak bir konuda bilgi almak için profesyonellere başvurmak gerekiyor. Bilgi ticarileşiyor, danışanın ekonomik gücü zayıfsa, bilgiye ulaşması zorlaşıyor.

Hiç şüphesiz; birey var olabilmek için ancak bir başka bireyin karşısında kendini bulur ve birey olarak vücut bulur. Bireysel ve toplumsal gelişim için her bir bireyin meydana getirdiği toplumun farklı dinamiklerinin uyum içinde çalışması beklenir. İnsanların kapitalizmin güdümlü oyuncağı olmaktan çıkarılması ve içinde bulunduğu kısır döngüyü kırması gerekir. Bu da ancak giderek unutulmaya yüz tutan olumlu özelliklerimizi harekete geçirmekle mümkün olabilir.

Unutmayalım ki her insan biriciktir, tektir. Her insan dünyayı kendi Ben’inin deneyimlerine göre öznel olarak algılar. Kendini iyi hissedebilmesi, mutlu olabilmesi için insanın iç huzurunun temin edilmesi, mutluluk peşinden koşmak yerine hayatın içinde “sevme”, “haz alma” ve “emek verme” dengelerini iyi kurması gerekir. Burada söz konusu edilen iç huzuru mutluluktan ayrı bir duygudur (Bkz.: Sayar 2013). Söz gelimi yüz insanın her birinden bir ağaç resmi çizmesi istense, herkes kendine göre bir ağaç resmeder. Dolayısı ile resmedilen her bir ağaç, çizenin zihnindeki görüntüye denk düşen bir ağacın yansıması olacaktır.

İnsanlar endişeli olduğunda, sıkıntılı duygu ve düşünceler yoğunlaştığında, yalnızlıklar, çaresizlikler arttığında, mutsuzluklar ortaya çıkıyor. Her insan kendi dünyasını, deneyimleri, algıladığı ruhsal durumu ve diğer bireylerle etkileşim durumuna göre oluşturduğu için, kendi varlığının farkına varabilmesi de başka bireylerle iletişime geçmesi ile mümkün oluyor (Sayar 2013).

Huzur ve mutluluğunuzun yanı sıra elem ve kederlerinizi de paylaşacak, sizlere kurt değil, yurt olacak insanlarla olmanızı dilerim.

 

Kaynakça

Gökberk, Macit (1993). Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Korkmaz, Ramazan. (2005). Yurtsuzluk İtkisi ve Anayurt Oteli. İlmi Araştırmalar, Sayı 20, 139-148 . URL https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/73551 (Son erişim: 29.11.2022).

“Jung, Carl Gustav. Bilinç ve Bilinçaltının İşlevi (Çev. Engin Büyükinal), İstanbul: Say yayınları, 1997” Uygun, 2012, s. 15’deki alıntı.

Özmakas, Utku (2020). ‘Homo HominiLupus’ Sözü Üzerine, Kaygı, Sayı 19 (1)/2020:  200-219. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1004268 (Son erişim 06.12.2022).

Sayar, Kemal (2013). Gerçeğe Doğru Zafer: Bilim, Araştırma, Kültür Sanat Dergisi. 441. Sayı. https://www.zaferdergisi.com/ (Son erişim 06.12.2022).

Şahin, M. Süreyya (1993). Cennet. TDV İslam Ansiklopedisi. Cilt 7, ss374-376. https://islamansiklopedisi.org.tr/cennet (Son erişim 06.12.2022).

Uygun, Özge Başak (2012). Ben’likten Birlik’e Bir Yol: Dil. Bekir Günay (Ed.). Genç Akademisyenlerin Perspektifinden Birlikte Yaşama. İstanbul: Da Yayıncılık: 40, İnceleme Dizisi: 17. ISBN: 978-9944-5273-7-8.

Vygotsky, L. S. (1998). Düşünce ve Dil. İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları.ISBN 975-8269-35-6

 

ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert