YAZARLAR

YENİ DÜNYA DÜZENİ

Belki de, 2020 yılı tarihlere böyle geçecek!

Bundan tam bir ay önce, hayat akıp giderken, çok uzaklardan çok kısa sürede gelen korona virüsü bir anda dünya gündemini değiştirdi. Önceleri çok ciddiye almadık. Sonra gördük ki; „Her çöküş büyük olayları dikkate alırken, küçükleri ciddiye almamakla başlarmış.” Filmlerde izlediklerimiz adeta gerçek oldu. Hiç kimse tam olarak neyle karşı karşıya olduğunu bilemediği için, ülkeler sınırlarını kapattı, okullarını ve fabrikalarını  bir süreliğine durdurdu. Kimileri işten çıkarıldı, kimi kısa süreli çalıştı, camiler ve ibadethaneler kapatıldı. Uzaktan eğitim “distance learning”, uzaktan çalışma “Home Office” gündemimize girdi. Ev ödevleri ve uzaktan eğitime alışık olmayan ailelerin sorunları, işsiz kalanların geçim zorlukları, işverenlerin üretimsizlikten dolayı mali krizleri hayatı zorlaştırdı. Bir yanda canla başla hastaları kurtarmaya çalışan doktor ve hemşirelerin dur durak bilmeyen mesaileri, diğer yanda kamu hizmetinde çalışanların çileli hayatı ve evde mahsur kaldıkları için sokağa çıkmaya can atan insanlar! Hastanelerden gelen ölüm haberleri, fakir ve savaş mağdurlarının, bir de salgınla imtihanları başlayınca, çaresiz çığlıklar birbirine karıştı!

Öyle bir anda yakalandık ki, dünyanın hiçbir yeri güvenli değil. Hayat durma noktasında ve biz ilk şoku atlatırken: Bundan sonra ne olacak? Korona salgını önlenebilecek mi? Sonrasında hayat nasıl şekillenecek? Bütün bu yaşananlar insanlığın geleceğini, ekonomiyi nasıl etkileyecek? Yoksa yeni dünya düzeni mi kuruluyor? diye düşünmekten alamıyoruz kendimizi. Ekranlara kilitlenmiş ülke ve dünya gündemini takip ediyor, anlamaya çalışıyoruz. Fırtına sonrası yağmur dindiğinde elbette herşey tüm boyutlarıyla  gün yüzüne çıkacaktır.

Kimilerine göre hastalık, azgın ve aciz insana uyarı olarak geldi, ya da Allah’ın yasak ettiği hayvanları yiyenlerden bulaştı veya biyolojik bir silah olarak hazırlanıp servis edildi. Tüm varsayımlar bir kenarda dursun, asıl gerçek; önce hormonlu gıdalarla imun sistemi çökertilen insanlar ve virüsün bağışıklık sistemi çöken zayıf insanlardaki ölümcül etkisi.

İnsanlık tarihi boyunca birçok salgın ve bulaşıcı hastalıkların, ilk çağlardan günümüze kadar milyonlarca can aldığı bilinen bir gerçek. 5. Yüzyılın ortalarında çıkan veba hastalığı, ardından 13. yüzyılda tekrar gelince ölenlerin sayısı 50 milyona ulaşmış. HIV-Aids hastalığı, kuş veya domuz gribi, 1957’de başlayan Asya gribi diye adlandırılan H2N2  bulaşıcı hastalıkları, çok yakın geçmişte İspanya gribi diye adlandırılan influenza ve milyonlarla ifade edilen ölüm vakalarını hatırlayalım.

Son hızla dijitalleşen bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar şu aralar evinden çıkmasa da online hizmetler sayesinde bir tuşa basarak alışveriş yapabiliyor, her merci ve makama ulaşarak işlerini yapmaya çalışıyor.

Yakın geçmişte sosyal medya aracılığı ile insan, deşifre edildi; Facebook ve Twitter buna örnek gösterilebilir. Sosyal medya hesabı olmayan çok az insan vardır.

Çin, geliştirdiği bir sisteme göre tüm vatandaşlarını tanıyan bir cihazla kontrol edebiliyor, nereye gittiğini, kimlerle görüştüğünü, ne yaptığını görüyor ve tüm meşguliyetlere göre ona puan veriyor. O puanlara göre insan yurt dışına çıkabiliyor veya işe alınıyor. Kısacası kendileri için tehlikeli olup olmadığına bakılıyor. Hayatın her alanında kontrol altında tutulan insan, komünist bir rejimin yönetiminde, azınlıklara ve belirlediği yaşam standartlarının sınırlarını aşanlara öngördüğü cezayı uyguluyor. Biyolojik varlık olan insanda, insan özgürlüğünü kısıtlayan, yeni dünya projesini adım adım hayata geçiriliyor.

Herşeye rağmen, kapımızı çalan ilkbahar, rengarenk çiçekleriyle yeni ümitlere ufuk açmakta. Pamuk ipliğine bağlı hayatın ne zaman kopacağını bilmesek te, hayata dört elle sarılıyoruz. Ve insanoğlu, hayatın durduğu anda tekrar düşünmeye başladı. Krizi fırsata çevirip, erteleyip yapamadıklarını yapanlar, alışveriş alışkanlığını yenenler, eldekilerle de idare edileceğinin ve hayatta bazı şeyleri ertelemenin yanlış olduğu kanaatine vardı. Birçoğumuz elimizdeki imkânların farkına varıp şükretmeye, bazılarımız ailenin kıymetini bilmeye, bazılarımız yalnızlığı ta iliklerine kadar hissetmeye başlasa da, “Hayat güzel, yaşamak için mücadeleye değer!” dedi. Herkes bu süre içerisinde kendi içine doğru bir yolculuğa çıktı. Özgürce sokağa çıkmanın ne paha biçilmez bir değer olduğunu ve yaşadığı hayatın imkânlarını sorguladı. Kimileri ise Allah ile olan bağını hatırladı. “Her işte bir hayır vardır” düşüncesiyle aklı algılarını dengelemeye, yakın zamanda gelecek rahmet ve mağfiret ayı Ramazanı imkânlar dahilinde eda etmeye hazırlanıyor.

Kimbilir olayların ardından neler yazılacak, hangi filmlere konu olacak ve neler anlatılacak yıllar sonra.

Acaba diyorum, ölenler ölünce, kalan sağlar şu dünyayı tekrar nasıl yaşanmaz hale getirecekler? Veya, bunca olanlardan ders çıkarabilecek ve hayatımıza çeki düzen verebilecek miyiz?

ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert

Lesen Sie auch
Schließen