YAZARLAR

Kendine değer kat ve değer üret!

Öğrencilik, özellikle üniversite öğrenciliği bir gencin hayatında yaşayacağı en güzel yılları olabilir. Bu süreci değerli kılan “öğrencilik hayatı” dediğimiz, zorlu ama bir o kadar keyifli, yurtlarda, öğrenci evlerinde geçirilen zamandır. Hayatını istediğin gibi şekillendirmek, yeni arkadaşlar edinmek, kendi sınırlarını kendin koymak, özgür olduğunu hissetmek… Muhtemelen bunlar öğrenciliği tatlı kılan yönleridir. Hatta bir çok genç sırf bu yönleri tadabilmek için evden uzaklaşmak ve başka bir şehirde eğitimini sürdürmeyi tercih eder. Bizden önce öğrenciliği tatmış olan kişilerden genelde şu nasihat duyulur: “Bunlar en güzel zamanların, değerini bil.”

Peki bu noktada değerini bilmekten kasıt nedir?

Bu nasihatte bulunanlar hayata atılmış, hayatın zorluklarıyla karşılaşmış, yoğun çalışmaktan dolayı kendisine ve sevdiklerine yeterince zaman ayıramayan insanlar olabilir. Bu sebeple öğrenciliğin tadını çıkarmayı, gezmeyi, yeni arkadaşlar edinmeyi, eğlenceli vakit geçirmeyi, kendine zaman ayırmayı önerirler. Çünkü okul bittikten sonra bunlar her zaman mümkün olmayacaktır. Şüphesiz gençken yapılması gereken şeydir gençliğin değerini bilmek. Kişinin enerjisi üst seviyelerde olduğu bu dönemlerde elimizden geldiğince gezmek, keyifli anlar geçirmek, güzel anılar biriktirmeye ve ilerde “keşke bunu da yapsaydım, oraya da gitseydim, şunu da yeseydim” dememize engel olabilir. Neticede belirli bir yaştan sonra paramız olsa da vaktimiz, vaktimiz olsa da sağlığımız yerinde olmayabilir.

Gençken tabii ki bu süreçlerin değerini bilmek gerekir. Ancak bir üniversite öğrencisinin önceliği bu olmamalıdır. Üniversite eğitimi kişinin eleştirel ve analitik düşünmesine, gerçeği aramasına, kendine güvenen, atılgan bir birey olmasını hedeflemektedir. Ancak bu hedeflere ulaşabilmek için kişinin de bu yönde bir gayrette olması gerekmektedir. Yani kişi üniversitenin verdiği eğitimle kalmayıp, kendini eğitmek ve geliştirmek için farklı yollara başvurmalıdır. Meraklı, aktif, araştırmayı seven, özgüveni yüksek, olaylara eleştirel yaklaşabilen bir birey olabilmek için sadece gezmek, yeni insanlar tanımak ve keyifli vakit geçirmek yeterli olmayacaktır. Bundan mütevellit bu dönemin değerini bilmekten ziyade değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır.

Değerlendir ve kendine değer kat!

Bütün zamanımızı nefsi şeylere harcamaktan ziyade, zamanı değerlendirmek, yani hedefe giden yolda doğru adımlar atmak bizim sorumluluğumuzdur. Tabii ki ilk önce bahsedilen hedefi koymuş olmak gerekiyor. Maalesef, çoğu zaman iyi üniversitelerde eğitim gören bireylerin kendilerini eğitmeyi beceremediğine şahit oluyoruz. Gayet başarılı bir şekilde sınavlarını veren, ödevlerini hazırlayan öğrenciler, çoğu zaman dış dünyadan bir haber yaşıyorlar. Etrafındaki gelişmelerden habersiz, genel kültür seviyesi düşük, duyarsız, özetle fikirsiz bireyler oluyorlar. Başka bir değişle toplumun verimsiz mahsullerine dönüşüyorlar. Bu durumun farklı sebepleri olabilir, kişinin elinde olmayan sebeplerden tutun da karakteristik özelliklerine kadar. Ancak en bariz sebeplerden biri meraksızlıktır. Çünkü merak bilimin ve bilginin anahtarıdır. Bir insan meraklı olduğu taktirde araştırır, okur, takip eder, öğrenir. Bunu sadece okulu, eğitimi ve alacağı diploma için değil kendisi için yapar. İnsanlık tarihinin başından sonuna gelişimini düşünün. Ateşin keşfinden aya ilk ayak basışa kadar her şey merakla başlamamış mıdır?

Merakla birlikte yükselen bir başka duygu ise hevestir. Hevesli kişi bilgiye ve öğrenmeye açtır. Kişisel gelişimine değer verir. Her an birşeyler öğrenmek ister, kendine sanat, spor, edebiyat gibi farklı alanlarda birşeyler katmak ister. Hevesi olmayan insan önüne gelen fırsatları bilerek ve isteyerek geri tepebilir.

Büyük önem taşıyan bir başka sebep ise duyarsızlıktır. Kişi sadece okulu bitirmeye çalışıp, bir iş bulmak için yaşar. Oysa ki bu mudur hayat? Doğmak, büyümek, okula gitmek, mezun olmak, çalışmak ve ölmek. Ekseriyetle bir hayvan da aynı döngüyü yaşıyor. Hayatın içerisindeki bu dönemleri anlamlandırmak gerekmez mi? Sosyal farkındalık ve çevre bilinci düşük olan, hayatta bir değer üretme vizyonu olmayan insanlar ev ve okul arasında mekik dokurlar. Tıpkı sırtına kitap yüklenmiş eşeğin evden çarşıya, çarşıdan eve mekik dokuması gibi. Üniversiteye yeni başlamış olan öğrencilere tavsiyeler vermeyi kendime bir sorumluluk olarak görürüm çoğu zaman. Bilgim dahilinde onlara şunları söylüyorum: Farklı öğrenci kulüplerine ve derneklerine katıl, sosyal sorumluluk projelerinde aktif ol, okulun sana sunduğu (değişim programları gibi) imkânları değerlendir, kesinlikle zorunlu stajının yanında gönüllü staj da yap, farklı programlara, konferanslara, seminerlere katıl, farklı hobiler edin, sanat ile iç içe ol ve hepsinden önemlisi bu hayatta kendinden başka ailene, mahallene, ülkene ve insanlığa karşı da sorumlulukların olduğunu unutma ve değer üret.

Bu tavsiyeleri alan öğrencilerden bazen şu soruyu duyarım “Ne getirisi olacak?”. Gençler bütün bunları neden yapmaları gerektiğini bilmiyor veya zaman kaybı olarak görüyorlar. Örneğin uluslararası bir programdan bahsedip, katılmalarını önerdiğim zaman bunun onlara getireceği faydayı anlayamıyorlar. Çünkü sadece diploma, sertifika ve notlara odaklılar. El ile tutulur birşey kazanmadıkları sürece bu onlara değersiz geliyor. Oysa ki bu gibi yollar ile ilk önce kendilerine değer katacaklar. Bu durum da hayata bakış açılarını gözler önüne seriyor. Aslına bakarsanız öğrencinin kendisini suçlamak pek doğru olmayabilir. Toplumu yetiştiren toplumdur. Öğrencinin ne tür bir ailede ve nasıl bir toplum içerisinde yetiştiğini göz ardı etmemek gerekir. Ancak bu sonucu değiştirmez. Üniversite dönemi kişinin kendini yeniden yapılandırabilmesi için büyük bir şanstır ve bunun farkına varılmalıdır. Eğitimimiz kendi sorumluluğumuzdadır. Kişi bu sorumluluğu yüklenebildiği zaman içinde bulunduğu dönemin sadece değerini bilmez, aynı zamanda değerlendirmiş ve böylelikle kendine değer katmış olur. İnsan kendine değer katmadan değer üretemez.

Değer üret!

Öğrenci eğer bu dönemi değerlendirirse değer üretmeye de başlar. Peki değer üretmek nedir? Ünlü düşünür Jean Paul Sartre “İnsan sahip olduklarının toplamı değil, fakat henüz gerçekleştiremediklerinin toplamıdır” der. Değer üretmek de birşeyleri gerçekleştirebilmek demektir. Toplumsal ve etik değerleri ayakta tutabilmek adına bir gayret gösterebilmek demektir. Değer üretebilmek henüz gerçekleşememiş olan şeyleri dert etmek, ve gerçekleştirebilmek adına farklı adımlar atmak anlamına gelir. İnsanların birçok kez göz ardı ettiği şeyleri görebilmek, eleştirebilmek ve düzeltebilmek için çabalamaktır. Değer üretmek farkındalık yaratmaktan da geçer. Farklı konuları ele almak, farklı sorunlara çözümler üretmeye çalışmak, bu yolda yürüyen farklı insanlarla bir araya gelip o derdi paylaşabilmektir. Böyle anlatınca sadece “kendinden vermek“ olarak algılanabilir. Neticede değer üretmek zaman ve gayret isteyebilir, ancak bunun geri dönüşümü yine kişinin yararınadır. Çünkü kişi hem içinde bulunduğu topluma birşeyler katmış, hem de bu katkının gerçekleşebilmesi adına yaptığı çalışmalarda kendine birşeyler kazandırmış olacaktır. Unutmamak gerekir; tarlanıza baktığınız, onu suladığınız, gübrelediğiniz ve temizlediğiniz kadar ürün alırsınız. Önce siz tarlaya verirsiniz, sonra o size…

Asıl mesele bir derdimizin olmasıdır!

Sonuç olarak kişinin kişisel gelişimi ve eğitimi ilk önce kendisinin değerini bilmesi, ardından içinde bulunduğu zamanı değerlendirebilmesi, kendine değer katması ve bununla birlikte birşeyleri dert edip değer üretebilmesinden geçer. Belki de burada kilit nokta dert sahibi olmaktır. Bana “ne getirisi olacak?“ sorusunu yönelten kişiler “neden dert edineyim ki?“ de diyebilirler. Derdi olan insan dava sahibi olur. Dava sahibi olanın bin derdi vardır. Dert edinmek gönül işidir. Bir yerlerde bir şeyler ters gidiyorsa ve başımızı yastığa koyduğumuzda içimiz sızlamıyorsa, çorbada bizim de tuzumuz olsun diye gayret sarfetmiyorsak değer üretmek bizim harcımız değildir artık. Ancak dava sahibi bir insanın derdi olur. Dert sahibi bir insan ise değer üretebilir.

Nasıl mı dava ve dert sahibi olacağız? Bu soruya üstad Rasim Özdenören çok net cevap vermiştir “Bol bol okuyun ve okumayı terk etmeyin. Derdi olan insan okur, derdi olmayan da okuyarak dert sahibi olur. Asıl mesele bir derdimizin olmasıdır.”

ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert

Lesen Sie auch
Schließen