EĞİTİMYAZARLAR

Almanca Sınıflarına Karşı!

#gegendeutschklassen

Günümüzde „Almanca Teşvik Sınıfları“ olarak bilinen, beklenilen Almanca seviyesini karşılayamayan çocukların oluşturduğu sınıfların uzun süredir tartışması devam etmekte. Eğitimci ve dil terapisti olan Ali Dönmez’in oluşturduğu ve çok uzun süre başarıyla sürdürdüğü “gegendeutschklassen” adlı imza kampanyası sistemin ortadan kaldırılması amacıyla ve bu sınıfların oluşturduğu sorunlara dikkat çekmek adına atılmış en büyük adımlardan biridir. Peki nedir bu sınıfların oluşturduğu en büyük sorun? Mevcut problemlere değinmeden önce Almanca teşvik sisteminin tarihçesine bir göz atmakta fayda var.

İlk misafir işçi dalgasının başladığı 1960’lı yıllarda misafir işçi çocuklarının zorunlu eğitime dahil edilmeleri ve aynı derslerin ortak sınıflarda görülmesi olağan bir durumdu. Yabancı öğrencilere özel teşvik sınıflarının açılmama nedeni ise misafir olmaları ve kısa bir zaman sonra dönmelerinin beklentisiydi. 1970’li yıllarda göçmenlerin artışı sonrasında ilk pedagojik tartışmalar başladı. “Ausländerpädagogik” yani “yabancı pedagojisi” olarak adlandırılan ideoloji gelişiyor ve göçmenlerin dil eksiklikleri ön planda tutuluyordu. 1980’li yılların başına kadar öğrenciler ortak derslere girerken, buna ek olarak dil teşvik kurslarına katılıyorlardı. Aynı zamanda ana dil eğitimi de unutulmuyordu. Sonuç olarak, onlar hala misafir öğrencilerdi ve mevcut sistem geldikleri ülkelere geri dönme olasılığını korumak istiyordu. 1980‘li yıllarda göçmenlerin artık ülkeye yerleştikleri ve misafir konumundan çıktıkları farkedildikten sonra yabancı uyruklu öğrencilerin noksanlarının ön planda tutulması akademik camiada eleştirel bir bakış acısı kazandı. Bu düşünce tarzından farklı kültürlere saygı duymayı ve her kültürün bir arada yaşayabilmesini hedefleyen bir ideoloji doğdu: “Interkulturelle Pädagogik” yani kültürlerarası pedagoji. Fakat bu felsefe sadece teoride kalmakla birlikte eğitimciler ve öğretmenler tarafından uygulamaya geçirilemedi. 1990’larda aşırı sağcı grupların saldırılarının artmasının ardından kültürlerarası eğitim sistemin bir parçası ve öğreticilerin temel görevlerinden biri olarak tanımlandı. Öğrencilerin noksanları yerine eğitim kurumlarının eksikliklerine dikkat çekilmeye başlandı. 2000’li yıllardan itibaren ise kültürlerarası eğitim yerini göç pedagojisine bırakarak öğrenciler yerine eğitim sistemine eleştirel bakmayı hedefledi. Doğru eğitim sistemi getirildiği taktirde doğru dil eğitiminin de getirilebileceği savunulmaya başlandı. Maalesef içinde bulunduğumuz sistem doğru sistem olmadığından dolayı çocuklarımız doğru dil eğitimini de göremiyorlar. Bu durum günümüz Almanca teşvik sınıflarını da kapsamaktadır.

Peki nedir asıl sorun? Ülkeye sıfır Almanca ile gelen öğrencilerin Almanca dersleri görmelerinde ne gibi bir sorun var? Bu soruyu cevaplayabilmek için teşvik sınıflarının çocuklar üzerindeki etkisine dikkat çekmek gerekiyor.
“MIKA-D Test” olarak adlandırılan Almanca sınavlarının herhangi bir dayanağı bulunmaması sebebiyle sınava giren çocukların dil seviyelerinin neye göre ölçüldüğü tam olarak hesaplanamamaktadır. Buna ek olarak, çocukların bazı durumlarda isimlerine göre kategorize edilip sınavlara dahil edildiklerini biliyoruz. Ayriyeten belirli bir öğrenci sayısına ulaşılabildikten sonra açılma izni olan bu sınıfların öğrenciler üzerindeki psikolojik etkisi yadsınamaz. Günde 5 saati Almanca teşvik sınıflarında geçen öğrenciler öğleden sonra “kendi sınıflarına” dahil edilmekte ve derse katılım sağlamaktalar. Fakat büyük bir motivasyonla okula başlayan ve Almanca seviyesi düşük olan bir öğrencinin teşvik sınıflarına katılımdan sonra kendi sınıfından dışlanmaması çok zor olacaktır. Tamamen sosyal bir ayrım sağlayan bu sistem öğrencinin motivasyonunu düşürebilir. Kaldı ki onu dışlayan sadece kendi sınıfındaki öğrenciler değil, aynı zamanda sistemin ta kendisidir. Nitekim sistem, öğrenci birçok dil konuşuyor olsa bile öğrencinin çok dilli olmasını göz ardı eder ve Almanca bilen öğrenciler arasına girmesini ve diğer derslerden faydalanabilmesini engeller. Buna ek olarak, öğrenci yıl sonunda yeniden girdiği sınavı geçememesi taktirde aynı sınıfı tekrarlamak zorunda kalacaktır. Bu da demektir ki farklı bir sınıfa gidecektir. Almanca sınavını geçemediği için bir kaç yıl aynı sınıfı tekrarlamak zorunda kalan öğrencilerin sayısı hiç de az değildir.

Özetle sistem bizlere aslında şunu söyler: “Almanca her şeydir. Almanca bilmiyorsanız diğer yetenekleriniz ve konuşabildiğiniz diller önemsizdir. Bu ülkede sadece Almanca ile bir yerlere gelebilir ve sadece Almanca ile çalışabilirsiniz.” Tabii ki yaşanılan ülkenin dilini bilmek çok önemlidir. Fakat dil eğitimi adı altında eğer bir öğrenci belirli bir kategori dahilinde damgalanıyorsa, orada bir sorun var demektir. Dil eğitimi bu şekilde teşvik edilmez. Tam tersi: Çocuğu bu şekilde hem ülkeden hem ülkenin dilinden soğutma olasılığı çok yüksektir. Çünkü sistem Almancayı yüceltmekte ve böylelikle bir dil hiyerarşisi oluşturmaktadır.

Doğru dil eğitiminin nasıl verilebileceği ve sistemin nasıl bir değişikliğe ihtiyaç duyduğu konusu da başka bir yazıya kalsın.. Kesin olan şu: Hiç kimseyi kategorize ederek bir eğitim verilmez. Verilmeye çalışıldığı taktirde dil değil ötekileştirilmek öğretilir. Öteki olmak ise öğrenme şevkini çoğu zaman kırar.

Mecheril, Paul (2010): Migrationspädagogik. Weinheim: Beltz

 

ähnliche Artikel

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert